AHMED ARİF TURU: BEŞİNCİ GÜN
Muhabbet vaaz vermek değildir. Bir yere çakılı uzun uzun gevezelikler de değildir. Muhabbet, herkesin eşit olduğu, hem konuşanı hem dinleyeni zenginleştiren, konuşulanların insanda “yükseklerde uçma” halet-i ruhiyesi yaratan bir ortam olması gerekir. (Bu paragrafın alıntı olduğunu düşünürseniz küserim.)
Bu güne kadar gezdiğimiz her yerde ağırlandık ve muhabbetler kurduk. Nereye giderseniz gidin, insanla muhabbetin kurulmadığı yer gidilmemiş-görülmemiş sayılıyor; bunu öğrendik. Gördüğün yer “kamu spotu” gibi tabelalarla anlaşılacak yerler değildir. Oralara ait hikâyeleri insanlardan dinlemek gerekiyormuş.
Kars’a giderken Muradiye Şelalesi’nin güzelliğini, İshak Paşa Sarayı’nın da görkemini gördük. Ancak Küba şarkısında geçen aşağıdaki dizeler bana hem şelale için hem de “Saray” için güzelleme yazmama engel oldu.
Dünyanın yoksul insanlarıyla
Neyim varsa paylaşmak isterim.
Dağların cılız dereleri
Denizlerden daha mutlu eder beni.
Kars’ta geniş odalı güzel bir otele yerleştik. Klaskurli Şenol’un çantasından içeceklerin yanında börek ve kek, Sanatisli Erdal’ın çantasından domates-biber konserve, peynir ve kaymak çıktı. Baginli Hilmi ile Murkivetli İsmail’in çantalarından yine don ve atletten başka bir şey çıkmadı. Arkadaşlarım günlerce taşıdığım börek ve keke elini sürmedi. Geri eve götürmemek için yalvardım. “Yarın Çıldır Gölü üzerinde yeriz” diyerek beni uyuttular.