Torunum Ada Liva’ya
Samsun’da özel okulda okuyan torunum Ada Liva’ ya Öğretmeni görev veriyor. “Aile büyükleriniz, Size önemli geçmiş olayları görüntülü olarak anlatsınlar. Siz de bana iletin ” diyor. Geçmişten günümüze anlatılması gereken önemli olayları anlattım.
Torunlarım ile, anne ve babalarının da çok hoşuna gitti. Dedemin bana anlattıklarını sizinle de paylaşıyorum. Umarım beğenirsiniz.
Annemin babası Dedem Halil Avcı Mübadildir, İsmail oğlu 1886 doğumludur. Eşi Emine Avcı 1889 doğumludur. Memleketi, Yunanistan’ın Selanik line bağlı, Drama Sancağı, Resilova köyüdür. (Drama’ya, Kavala, Pravişte, Sarışaban Ropçoz, kazaları, bağlıymış.)
Osmanlı yönetiminde Drama ’da yaşayan Türkler, Rumlar, Pomaklar, Bulgar’lar diğer halklarla birlikte huzur içinde yaşarlarmış. Dedem Resilova köyünde annesi Emine Hanım, üvey babası Yaşar dede, kardeşleri Murat, Fatma, Ayşe ile birlikte yaşıyormuş. Köylerinde, ikişer kat evleri, tütün hangarları, ahırları varmış. Geçimleri yerinde, varlıklı aileymiş. Dedem medrese eğitimi almış. Din adamı vasfında olduğu için askerlik yapmamış. Osmanlı Devleti Balkan Savaşı’nı kaybedince İmparatorluk çökmüş.
Yunanlılar eski topraklarını yeniden işgal etmişler. Türkler ve diğer azınlıklar esir muamelesi görmeye başlamış. Müslümanların huzuru kaçmış. Bütün halklar başıboş kalmış, çeteler oluşmuş, güçlü olan kendini korumuş; güçsüz olanlar ezilmeye başlamış. Debreli Hasan gibi bileğine sağlam olanlar çeteleri ile dağa çıkmışlar. Drama ’da elli kişiye yakın Müslüman Türk işkenceyle şehit edilmiş. Komşu ilçelerde de aynı baskılar devam ediyormuş.
0cak 1923 te İstiklal Harbi sonucunda yapılan Lozan Antlaşması’ na göre “Yunan ve Türk Halklarının mübadele “sözleşmesi imzalanmış. Bu Protokol’e göre Yunanistan Türk’ lerin bir an evvel evlerini boşaltıp ülkeyi terk etmeleri istenmiş. Drama’ da yaşayan Müslümanlar baskılar sonucu, can ve mal güvenlikleri kalmadığını görünce yaşadıkları bölgeleri terk etme kararı almışlar.
Dedem Halil Efendi bütün ailesiyle tası tarağı toplamış. Evini barkını, bağını bahçesini, gözleri arkada bırakarak yola düşerler. Arkalarında kimseler kalmamıştır. Limana gitmişler, günlerce vapur beklemişler. Aç açık çok sıkıntı çekmişler.
Türkiye’ye gemi Selanik ve Kavala limanlarından kalkıyormuş. Selanik 145 km imiş Kavala deniz kenarında 20 km imiş. Kavala, Drama’ ya yakın olduğu için, Kavala’ dan Gülcemal Vapuruna binmişler. Gülcemal vapuru; Yunanistan ve Türkiye arasında yapılan nüfus mübadelesinde aktif görev alanlardan biridir. Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen mübadilleri İstanbul, İzmir ve Karadeniz limanlarına taşımış. Mübadilleri taşıdığı bu sefer sırasında acı tatlı birçok olaya tanıklık etmiş. Gülcemal vapuru, Tüm Mübadil seferleri bittikten sonra gene Karadeniz seferlerine devam etmiş. Bu seferler sırasında her limana uğradığında, bilhassa Mübadiller hasret gidermek için limana koşarlarmış. Gülcemal vapuru, deyimlere girmişti. “Gülcemal vapuru gibi her limana uğramadan gel” deyimi o günlerden kalmıştır.
Drama’ da Dünyanın en meşhur tütünü yapılırmış. Türk Hükümeti Dramalı’ları özellikle Samsun’a getirmek istiyormuş. Samsun toprağı tütün için en uygun yermiş. “Dramalılar Samsun’a gelirse bizim de dünyada sözümüz olur,” demişler. Dramalılar gemiyle İstanbul’a gelince isyan etmişler. Kaçanlar olmuş. Zaptiye gücüyle Samsun’a göndermişler. Samsun valisi Mübadilleri karşılama heyeti kurmuş. Samsunlu vatandaşlardan zanaatkâr ve tüccarları mübadillere yardım etmeye çağırmış.
Samsun’da yayınlanan bir gazete Mustafa Kemal’in yaptığı çağrıya yer veriyor. “Kardeşlik imdadına koş… Ey vatandaş… Senin gayretinle düşmandan kurtulduk. Şimdi hür bir vatanda mesuduz. Kötü yollardan atladık, karanlık ve çileli günler geçirdik, zafere erdik, kurtulduk. Yalnız öbür tarafta yerlerinden hicret eden Müslüman kardeşlerimiz var. Evinden, işinden, çiftliklerinden, babalarının analarının, evlatlarının mezarlarından uzaklaşan, tek tesellisi anavatana kavuşmak olan muhacir kardeşlerimiz geliyor. Onlar senin din kardeşin kan kardeşin, can yoldaşındır. Memleketlerinde bıraktıkları yerlerini yurtlarını terk ederek ana vatana ilhak eden sefil ve hasta ihtiyarlar, matemli dul kadınlar, yetim çocuklar var. Her gün bu mübadil kardeşlerimizden bir kafile gelecektir. Bunları kalbine aç, imdadına koş. Koş ki mübadillere yardım ettiğin için peygamberin ruhu şad olsun.” Vapurla Samsun’a 1923-25 tarihleri arasında toplam 22.668 insan mübadele gelmiştir… *Samsun’ a gelen mübadiller çok sıkıntı çekmişler. Soğukta mezarlıklarda, çadırlarda yatmışlar. Çok kalabalık oldukları için devlet yeterli olamamış. Çarşamba yollarında da çok zorluklar yaşamışlar. Kardeşleri Murat Avcı, Fatma Avcı Tekkeköy Sıtmasuyu köyüne, Ayşe Avcı Tekkeköy Kökçe köyüne yerleşmişler.
Çarşamba’da yaşayan Rumlar, Yunanistan’a gitmek üzere evlerini erken terk etmişler. Rumlardan boşalan evler mübadillere verilecekmiş. Rumlardan kalan evler daha düzgün ve taştan yapılmıştı. Bu sağlam evlerin çoğunu varlıklı yerli ahali mübadiller gelmeden sahiplenmiş.
Dedem Halil Efendi, Sungurlu mahallesi Kirazbucağı sokağına yerleşiyor. Kırk aile de açıkta kalmış, Cavit Paşa devreye girmiş açıkta kalanlara yardımcı olmuş. Gelen Mübadillerin bir kısmı tütüncülük yapmak için Beyyenice köyüne yerleşmiştir.
Halil Efendi ailesi, Drama’ da varlıklıymış. Gelirken altın ve paralarını eşiyle birlikte yastık ve yorganın içine saklayarak getirmişler. Yol arkadaşlarının çoğunun parasını, altınını çalmışlar. Halil Efendi parası olmasına rağmen, haraç vererek ben de iyi bir ev sahibi olayım dememiş.
Halil Efendi’ye düşen iki katlı evin, ikinci katı iç ve dış duvarları kalın kestane ağacından yapılıydı. Salon ve iki odaydı. Alt katın içinden yukarıya ağaçtan yapılmış güzel merdiveni vardı. Alt kat ise odunluk ve kiler olarak kullanılıyor.
Dedeme ayrıca Çarşamba’ya 8 km uzakta, Samsun yolu üzerinde Kuşhane köyüne bağlı, Anbarköprü mevkiinde 30 dönüm arazi vermişler. Dedem araziyi teslim alırken görevli Nazım Efendi dedeme demiş ki: “ Bana bir miktar para ver sana bu tarlanın hepsini vereyim” demiş. Hepsi 70 dönümmüş. Dedem,” Ne yapayım buraları çalılık ormanlık, yalnızım bakamam” diyor. “Ben Çarşamba’da esnaflık yapmak istiyorum”, demiş. Dedem tarlasını yakın köylerden birine yarıcıya vermiş. Şehirde olan evin bahçesine mısır sereni yaptırmıştı. Mısır ekmeği ihtiyacı yarıya verdiği tarladan geliyormuş.
Dedemin memleketten gelen eşinden1926 yılında bir kızı annem Emine Avcı doğuyor. Hali efendi Rumlardan kalan dükkânlardan birini satın almış. Meserret Sokağı sonunda, Abdullah Paşa camii karşı köşesinde 30 m2 olan bir yermiş. Her çeşit gıda, nalburiye ve Tekel ürünleriyle dükkânını doldurmuş. İşleri çok iyi gidiyormuş. Mutlu bir yaşantısı varmış.
Dedemin işleri yolunda iken, eşi salgın olan bir hastalığa yakalanıyor. Kısa zamanda ölüyor. Dedem 5 yaşında kızı (annemle) yalnız kalıyor. Dedem yalnız kalınca sıkıntıya girmiş, işi var gücü var, çocuğa bakacak kimsesi yok. Sonradan akraba olduğumuz, Büyük teyze Hatice Sivaslıoğlu Hızır gibi yetişmiş, Dedeme yardımcı olmak istemiş. Benim iki çocuklu dul kalan Hemşiremin kızı var. Onunla seni evlendirmek istiyorum demiş… Dedem razı olmuş. Evlenmişler, erkek çocuğu (dayım) olmuş
Dükkânın işleri yürüyormuş. Alıyor satıyor. Kentliye, köylüye hasat zamanına kadar veresiye yazıyor. Her şey yolundaymış.
Bir gün dükkânı kolcular basmış, çakmaktaşı ve sigara kâğıdı sormuşlar. Ne kadar varsa çıkarıp vermiş. Devlet, Tekel mallarını korumak için bunların satışını yasaklanmış. Bana anlatırken biz kanunlara uyan insanlarız, Haberim olsa satar mıydım be yav diyordu. Dedemi Sinop vilayetine götürüp zindana atmışlar Mübadiller mütevazı sessiz ve medeni insanlarmış. Eski bir Samsun gazetesi yazmış. “Mübadiller Samsun’a gelişinden birkaç yıl sonra caddelerde dolaşan Kibar bayanlar ve beylerin giyimi ve yürüyüşü Samsun’a bir renk katmıştır.” Diyor. Halil Efendi’ hakkını hukukunu arayamamış. Bir yıla yakın cezaevinde yatmış.
Halil Efendi cezaevinden çıkıyor. Geliyor dükkânına koşuyor, ahşap dükkân yıkılmış görünürde bir şey kalmamış. Devlet sahip çıkamamış. Tanıdıkları dükkânın mallarına sahip çıkamamış, yağmalamışlar. Meserret sokak bir kağnı arabası geçecek kadar darmış. Dedem hapisteyken fırsat bilmişler, dükkânı yıkıp yolu genişletmişler. Dükkânın olduğu yerin çoğunu almışlar. Kalan yeri komşu dükkân sahipleri, belediye ile şuhurlandırma yapmışlar. Az parayla elinden almışlar. Cezaevi adamın hayatını söndürmüş. Memleketinden getirdiği altınları harcadığı dükkânı, kazancı, veresiye defteri ve 10 yıllık emeği, yok olup gitmişti. Adam eve kapanmış haksızlığa uğradığını düşünerek yaşama küsmüştü. Sadece Cuma ve bayram namazları dışında ölene kadar evinden çıkmadan yaşadı.
Çocukluğum onunla sohbet etmekle geçti. İyi bir din adamıydı. Atatürk’ü çok severdi. Yunanistan’da Rumlar Atatürk’ten çok korkarmış.” Kör Kemal gelecek sizi kurtaracak” derlermiş. “Türkiye’de söylenen Ankara’nın taşına bak” marşını Rumlar “Ankara’nın taşına bak gözlerimin içine bak. Yunan Türkü esir almış şu feleğin işine bak.” Derlermiş. Din eğitimi aldığı için camide vaaz verdiği olurdu. Yunus Emre, Mevlana ve Arapça birçok kitabı vardı. Ben koluna girip Abdullah Paşa camiine götürürdüm. Abdullah paşa camii imamı Mübadil Abdürrahim Efendi memleketten yakın arkadaşı idi. Esnaflar ona Halil Efendi diye hitap eder, saygı gösterirlerdi.
Annem ömrünün büyük bölümünü Dedeme hizmet etmekle geçirmiştir. Dedemin yemek zevki çok iyi idi. Tarhana çorbası, Rumeli işkembe, yoğurtlu Boşnak mantısı, Selanik yufka böreği, perhu mantısı, kıymalı Arnavut böreği, ıspanaklı pide, Kavala kurabiyesi, paskalya çöreği, sütlü muhallebi, irmik tatlısı, zeytinyağlı yemekler… Annem bu yemeklerin hepsini dedemden öğrenmiştir. Komşuları ile birlikte yemeyi severdi.
Babamın dayısı Gürcü Osman Kaya babamım yanındaymış
Anbarköprü’ de dedeme ait olan tarlamızı işleten yarıcı 2-3 yıldır hakkımız olan mısırı getirmiyor, ödemesi gereken parayı da vermiyormuş. Dedem bu durumu babama söylemiş; babam ilgilenmeye başladı. Babam “Yarıcıya araziyi artık ben işletecem tarlayı bize teslim et” diye haber göndermiş. Yarıcı gelmiş babama” 30 senedir araziyi koşuyorum. Benim emeğim çok, benden başkası burayı alamaz” demiş. Babam iyilikle meseleyi halletmek istiyor. Köyün Muhtarıyla görüşüyor. Muhtar da olumsuz yanıt vermiş. Babamın dayısı Gürcü Osman Kaya da babamım yanındaymış. Ahmet bu adamlar resmen tarlaya el koymak istiyor. Ayağa kalkıyor Babama sen bu işi bana bırak. Ben hallederim diyor. Gidiyor. Gürcü Osman Samsun’da Kurtuluş lokantasını işletmişti. Sözü geçer, Lafı dinlenir biriydi. Gidiyor akrabamız, Temurlu Muhtarı, Sarı Mehmet’i buluyor. “Yeğenim Bizim Ahmet’in bir sıkıntısı var bunu halledelim” diyor. Hazırlıklarını yapıyorlar. Yarıcının köyünde sözü geçen ağanın evine gidiyorlar. Meseleyi anlatıyorlar. Ağa gidip onlara işin ciddiyetini anlatıyor. Adamları ikna ediyor. Birlikte tarlanın yanına gidiyorlar. Tarlanın tam hasat zamanıymış. Sarı Mehmet soruyor? “Bu tarla bu adamların tapulu malı, ister satar, ister alırlar. Sen tarladan ödemen gereken parayı ve mısırı 3 yıldır neden ödemiyorsun.” Diyor. Borcunu harcını hesaplıyorlar. Yarıcı “sıkıntım vardı, ödeyemedim bana biraz müsaade edin” diyor. Sarı Mehmet, “Bu tarla çok bakımsız kalmış kenarlardaki dikenlikleri keseceksin, fraktılar yapacaksın, borcunla birlikte tarlayı teslim edeceksin. Sana bir ay müsaade veriyorum” demiş. Yarıcı bir ay içinde de parayı getirmiş. Her şey sorunsuz halledilmiş oldu. Dedemin sorun çıkmadan tarlanın alınmasına çok sevinmişti.
Dedem Halil Efendi, memleketteyken diye başlardı anlatmaya. Yaşadıkları güzel günlerini ve korkulu anlarını anlatırdı. Bazen anlatırken gözleri buğulanırdı. Huzurun kalmadığı için anlaşma sonucu. Mübadiller doğduğu, yaşadığı, âşık olduğu, gözyaşı döktüğü ve huzurlu ölmeyi hayal ettikleri yeri terk etmek zorunda kalmışlar. Anılarını zevkle dinlediğim Halil Efendinin Bende çok emeği olmuştur. Koca Çınar Dedem tarihin sayfaları 1964 yılında hayata veda etti. Nur içinde yatsın.
(Fotoğrafların çoğu mübadil sayfalarından alınmıştır.)